6 Temmuz 2012 Cuma

Bir taşınma hikayesi

Geçen Ağustos ayından beri kiracının kiracısı olarak elimde tek bir belge olmadan kaldığım ve uyduruk ev sahibimle bir sürü sorun yaşadığım evimden sonunda ayrıldım. Ancak yeni evi kiralamadan önce ev sahibi ile gezerken söylediklerini tam anlamadığım için (bknz. Fransızca zor, Fransızlar için bile) o an evde gördüğüm eşyaların henüz evi terketmemiş olan eski kiracıya ait olduğunu anlamamış ve kontratı imzalamaya geldiğimde şöyle bir manzara ortaya çıkmıştı.



Bu daha salon, yatak odasında da Geri ile durumumuz pek farklı değildi.


Ancak hem bu evi çok beğendiğimden ve hem de eski evimden gerçekten ayrılmak istediğimden eşya almaya ve bu evi tutmaya karar verdim. Üstelik yeni ev sahibim çok kibar ve insan ilişkilerinde özenli bir adamdı, Geri'ye de söylediğim gibi bu sefer hem ev hem de ev sahibi seçmeye ve bu evi tutmaya karar verdim. Eşya alma konusunda ise en büyük sıkıntı kontratımın süresinin bitmesine 6 ay kalmış olması ve bu ay hem kira hem depozito ödediğimden sıfır eşya alacak bütçemin olmamasıydı. İlk fotoğraftaki çaresizlik anları bu zamana denk geliyor. İlk iki günü uyku tulumunda uyuyarak ve kahve içecek bardak bile olmadan geçirdik. Salonumuzun durumu ise şöyleydi, önceki eve aldığımız iki sandalye, Paris Photo'dan alınmış ve daha duvara bile asılamamış bir kaç afiş, eşya koyacak yerimiz olmadığından açılamamış çantalar...


Ertesi gün Geri kızımızın hünerlerini göstermeye başladığı zamana denk geliyor. Yakındaki Carrefour'dan bir halı ve ufak tefek mutfak eşyaları aldı ve salonu aşağıdaki hale soktu. Ben de bu arada Numericable adlı şirketten İnternet bağlantısını hallettim.


Sonraki gün şansımız pek yaver gitmeye başladı ve ilk olarak Leboncoin.fr adlı Sahibinden.com'un Fransa muadili sayfadan neredeyse kullanılmamış bir çekyat bulduk. Hem de sıfırları 200 Euro'dan başlarken 60 Euro gibi bir fiyata. Montajı biraz zaman aldı ama sonuçta en önemli gereksinimi hallettik.


Ertesi gün yine aynı sayfada dev gibi bir IKEA kitaplık ilanı gördüm, sıfır fiyatı 200 Euro civarında olan bu fıstığın satış fiyatı 40 Euro idi. Yarım yamalak Fransızcam ile hemen aradım ve aynı akşama bir buluşma ayarladım. Eve gittiğimizde mimarlıktan sanat koleksiyonerliğine geçiş yapmış ve görünüşe göre paraya ihtiyacı olmayan bir Fransız amca ile karşılaştık. Kaliteli olmasından dolayı biraz ağırdı ancak 40 Euro'ya kaçırılmayacak bir fırsattı, hemen aldık. Dönüş yolunda ise birilerinin kaldırıma attığı mavi bir masa da yanımıza kar kaldı. Bugün itibariyle, taşınmamızın 5. günündeki son durum ise aşağıdaki gibi.


5 gün içinde geldiğimiz nokta gerçekten iyi. Yarın da İtalya'ya gidip fesleğen, kekik gibi bitkileri, ucuz ve şahane İtalyan vermutlarını (bknz. Cinzano) ve ufak tefek mutfak ihtiyaçlarını tamamlayacağız. Yukarıdaki fotoğrafta görülen ve neredeyse her gün kurabiye pişiren kurabiye canavarı olmasaydı bu işler haftalar sürebilirdi. Tüm bu eşyaları asansörsüz bir binada 5. kata çıkarmış olmaktan dolayı yorgunum ve bu hafta ofiste hiçbir şeye konsantre olamadım ama adres değişiklikleri, abonelikler ve aldığımız/bulduğumuz eşyalarla evi bu hale sokmuş olmamız, yine aynı hafta içinde oturma iznimin uzatma başvurusunu bitirmiş olmam; üstelik de bunu 2 gr. Fransızca ile yapmış olmamız güzel. Biraz daha uğraşırsam buranın valisi bile olabilirim sanırım.

"Taşındı onlar burdan"

Bir kaç gün önce yeni taşındığım evimde önceki kiracı olan hanım kızımızı ziyarete sarhoş ve elinde peluş bi ayıyla gelmiş olan adama kurduğum cümle. Herif pek bişiy demedi ben öyle diyince, boş boş komşuların kapılarına falan bakıp "İyi geceler" diyip gitti. Çok hüzünlü bi sahneydi lan. Rakı peynir olsa içeri buyur ederdim, kavun keserdim.

3 Temmuz 2012 Salı

My English est perdu

İtalya'da karşılaştığım bir "şirin ihtiyar" İngilizcemde Fransız aksanı olduğunu söyledi. Yani Fransızca öğrenemediğim gibi İngilizcem de yitiyor. Zaten Geri kızımız ile konuşurken bazı kelimeleri hatırlayamayıp Fransızcasını İngilizce telaffuz etmeye çalıştığımı ve çoğu zaman batırdığımı farketmiştim -ki akıllı uslu kişi bunun tersini yapar ve işe yaradığını görür- bu da tuzu biberi oldu. Sinemaya gideyim İngilizcemi geliştireyim lissıning yapayım desem Batman'inden Scrat'ine herkes Fransızca konuşuyor. Saçma sapan işler.

21 Haziran 2012 Perşembe

Fransa'da bankacılık

Bilet aldığım havayolu firmasının iflas etmesinden sonra başvurduğum bankam benim adıma ödeme itirazı yapmış ve kartımı iptal etmişti. Bugün yeni kartımı almak üzere gittiğim BNP Paribas şubesinin 2 sevimli çalışanın kartımı bulması yarım saat sürdü. Neden yarım saat sorusunun cevabı ise şöyle. Gelen kartları sakladıkları bir çekmece var. Bu çekmecenin içinde dört tane kutu var. Kutuların içinde dizi dizi zarflar var. Her zarfın içinde de bir ila dört kart var. Ve gördüğüm kadarıyla bu düzenlemenin herhangi bir zerresi herhangi bir kurala dayanmıyor. Zira tüm kutulara, zarflara ve de kartlara birden fazla defa baktılar (onlara yabancı gelen adımı gördüler ama tanıyamadılar sanırım) ve daha da önemlisi farklı kutulardan başladılar aramaya. Arada bir de "sana göndermediğimize emin misin?" dediler, yani kartı bana gönderip göndermedikleri bilgisi yok ellerinde. Böyle inanılmaz optimize bir sistemleri olduğu için de bulan sevimli diğer sevimlinin önüne kartımı fırlatıp "ha ha ben buldum!" gibisinden hava attı. Sonrası gülüşmeler falan.

Güncelleme: Bu olaydan bir gün sonra "REMBOURSEMENT FRAUDE DE 1 FACTURES" başlığıyla uçak bileti paramı geri almış bulunuyorum. Gazetelerin o kadar boktan haberin arasında yayınladığı bilmem ne hayvanat bahçesinde doğan zebra haberi gibi oldu ama iyi oldu, güzel oldu yine.

Fransa ve sosyal güvenlik

Ağustos 2011'de başladığım sosyal güvenlik numarası alma maceram Haziran 2012 sonu itibariyle hala bitmiş değil. Dün sabah postada bulduğum zarftan çıkan ve "Sosyal Güvenlik Numarası" olduğunu iddia eden numaranın "geçici" sosyal güvenlik numarası olduğunu öğrendim. Yani geçicisini vermeleri ortalama 10 ay sürüyor. Tabii bu geçici numara gelmeden o zamana kadar satın aldığınız ilaçların ve muayenelerin parasını geri almak için başvuramıyorsunuz. Bu başvuruyu yapabilmek için ilgili ödemelerin üzerinden 1 yıl geçmemiş olması gerekiyor ve geldiği ilk yıl doktor ve ilaç masrafını kendi cebinden ödemek zorunda kalan insanlar biliyorum. Ben şimdi bu başvuruyu yapabilecek şanslı insanlar arasındayım. Şanslı bir insan olarak tek yapmam gereken doktorumun yazdığı ilaç listesini, eczaneden aldığım ilaçların listesini (tabii bu bir öncekiyle aynı liste, ama gerekli), ilgili ilaçların barkodlarını (bknz. Şekil A alt sıra, yine aynı bilgiyi içeren bir gereksinim) ve kendi kimlik bilgilerimi içeren bir formu (çünkü sosyal güvenlik numarasından bulamıyorlar kuvvetle muhtemel) sosyal güvenlik kurumuna postalamam gerekiyor. Bu barkod toplama işini iki önceki kuşak yapardı Türkiye'de, sonra hiç görmedim. Yani hala devletin ödemesi gereken miktar otomatik olarak düşülemiyor ve sonradan geri veriliyor. Çok saçmasınız lan.


Güncelleme: Bu barkod kesme yapıştırma işlerinin Carte Vitale denen sağlık sigortası kartının varışına değin yapıldığını öğrenmiş bulunuyorum. Ondan sonrası olması gerektiği gibi ilacı alırken sigortanın ödediği miktarın fiyattan düşülmesi şeklinde gerçekleşiyormuş. Carte Vitale'i sekiz ayda alan bir arkadaşıma "şanslı" diyorlar. Ortalama bekleme süresi bir yılın üzerinde.

3 Haziran 2012 Pazar

Hayallerimle oynadın Stokholm Fotoğraf Haftası

6 ay kadar öncesinde heyecanla başlayan Stokholm Fotoğraf Haftası planlarım bundan bir kaç gün önce tam bir hayal kırıklığıyla son buldu.


Aslında bu etkinliğe dair şüphelerim bir ay kadar öncesine rastlıyor. Kendilerinden aldığım e-posta duyurularının tek bir tanesinin bir sergiden bahsetmemesi ve özellikle son zamanlara doğru artan bir şekilde sanatçı konuşması, workshop, vb. biletleri satmaya çalışmaları -ve bunu "haydi son koltuklar" tarzında yapmaları- kafamda soru işaretleri uyandırmıştı. Ancak etkinliğin yapılacağı mekanın yeni açılan Fotografiska (The Swedish Museum of Photography) olması ve bu müzenin bu etkinlikten bağımsız olarak zaten sergiler düzenliyor olması daha sonradan boşa çıkacak olan beklentilerimi korumama neden oldu (neyse ki başta 5-6 gün olarak planladığım Stokholm kalışımı Geri'nin "aile kökenlerine yolculuk" ziyaretleri, Tyresta Milli Parkı'nda kamp gibi etkinliklerle sulandırmıştım!). 30 Mayıs'ta bir öğleden sonra ziyaret ettiğim Fotografiska'da; Helena Blomqvist'in kendi tasarladığı maketler ve modellerle kurguladığı fotoğraflarının olduğu ilginç sayılabilecek bir sergi, August Strindberg'in gayet ilginç işlerinin olduğu bir sergi, Caravaggio'nun resimlerini andıran işleri olan Julia Hetta fotoğraflarından bir sunum gösterisi ve kafeterya bölümünde sergilenen karma fotoğraflar dışında bir şey göremedim -bir de kitap satışı yaptıkları bölümün hakkını yiyemem, hiç bu kadar fazla ve bilindik fotoğraf kitabını bir arada görmemiştim. Etkinlik öncesinde 3 Haziran'da yapacağı konuşmanın biletini satın almam için sürekli sıkboğaz edildiğim Sally Mann'in sergisi Stokholm Fotoğraf Haftası tarihlerine denk gelen 30 Mayıs tarihinde açılmamıştı bile! Etkinliği güçlendirebilecek böyle bir sergiyi neden etkinlik başlangıcıyla birlikte açmadılar bilmiyorum. Üstelik Open Portfolio Night adlı etkinliği sadece bir gün ve onda da iki buçuk saat boyunca açık tutmak da şahane bir organizasyon yeteneğine delalet gerçekten, katılımın bu kadar fazla olduğu bir etkinliği iki buçuk saate sıkıştırdıkları için tebrik ediyorum kendilerini. Web arayüzünden tutun da yeme-içmelik mekanlarına kadar arayüze/tasarıma çok önem verildiği ve çok para harcandığı belli olan ve böyle iddialı bir isme sahip bir etkinliğin fotoğraf içeriği açısından fare doğurmuş olması gerçekten canımı sıktı.

Bu karşılaştırma ne kadar doğru bilmiyorum ama çok iddialı ve yırtıcı bir pazarlama/reklam kampanyası yürüttükleri ve beni gönderdikleri e-postalarla neredeyse rahatsız ettikleri için ders olsun kendilerine: sadece giriş biletiyle Roger Ballen'dan Allan Sekula'ya bir çok ismi dinlediğim ve bir kaç hafta gezilse yetmeyecek sergilerin olduğu Paris Photo'dan sonra kekremsi bir tat bıraktın bende Stockholm Photography Week, sonraki yıllarda ancak yolum düşerse görüşeceğiz.

29 Mayıs 2012 Salı

Durun.. Siz evli değilsiniz!

Öğretmenevlerindeki evlilik cüzdanı şartının hala (bu "hala" kelimesinde "ilerlemeci" bir yan var ya neyse) devam ettiğini öğrenmiş bulunmaktayım. Yani devletin resmi izni olmadan sevişemiyorsunuz bir öğretmenevinde. Ki aslında üç kişilik para ödeyerek sevişme şansınız var. Şöyle ki, önce bana gelen açıklamayı okuyalım,

Öğretmenevimizdeki fiyatlar kişi başı fiyatlar, dolayısıyla evli kişiler de 2 kişi parası öder. Bu açıdan bir fark yok.
Sadece şu durum farklı olacaktır. 2 kişilik odayı tek kişi kapatırsa kendi parasını ve odada bulunan diğer yatağın yarı parasını öder. Diğer yatağın satılmasına izin verirseniz fark ödemezsiniz..

Bu durumda iki oda tutup, birindeki yatağın satılmasına izin verip, sonra gece belli bir saatte devrim polisine yakalanmadan diğer tenhada buluşmak yoluylan sevişmeniz mümkün. İran'da kız arkadaşla birlikte yakalanma durumunda hayat kurtaran sahte evlilik cüzdanı sektöründen farkı kaldı mı, kalmadı.

22 Mayıs 2012 Salı

GS = BS + US

Fransa'yı yavaş yavaş çözüyorum. Bugün vergi beyannamesi doldurdum ve ilgili devlet dairesine teslim ettim -ki Fransa'daki bürokrasi ve Fransızcamın bürokratik terminolojiyi kapsamaması düşünüldüğünde büyük iş. Ve bunu sadece 10 dakika içinde yaptım. Hiçbir sorun çıkmadı, sıraya girdim, 5 dakika ya bekledim ya beklemedim. Gişedeki abi ilk kez mi beyanda bulunuyorsun diye sordu o kadar. Ha bir de bir yere bugünün tarihini yazmayı unutmuşum onu yazdım. 10 dakika. Ki ben bugünüm orada geçer sanmıştım. Ve şimdi geliyoruz başlıktaki formüle. Fransa'da şöyle bir formül var,

GS (Gerçekleşen Saçmalık) = BS (Beklenen Saçmalık) + US (Umulmadık Saçmalık)

GS hiçbir zaman değişmiyor ve bu koruduğu miktar epeyce yüksek bir miktar. Yani herhangi bir durumdan ya da işten düşük oranda bir saçmalıkla kurtulamıyorsunuz. Örneğin bu vergi beyanının öncesi şöyle. Vergi beyannamesinin verileceği kuruluşu İnternet'te yazan adreste bulamadım. İnsanlardan taşındığını öğrendim ama tabii ki nereye taşındığını bilmiyorlardı, bilenler de benim harita olmadan bulamayacağım bir cadde adı söylüyordu. Eve geri döndüm, işyerindeki arkadaşlardan yeni adresi öğrendim ve yerini buldum. Tekrar yollara koyuldum. Kullandığım mavi bisikletin pedalı koptu. Sayfasında özgürlük falan yazdığına bakmayın, pedalı olmayınca pek gidemiyor. Ha bu arada bu pedal bir dörtyolun ortasında elimde kaldı. Aynı olay Almanya'da olsaydı daha az tehlike arzedecek şekilde olurdu ama Fransa'da olduğu için dörtyol ortasında oldu. Bu aksilikler yüzünden de gitmem gereken yere öğle yemeği arasından 10 dakika önce vardım -ki Güney Fransa'da öğle yemeği araları 2 saat sürüyor. Bu örnekte görüldüğü üzere BS'nin bekleneni verememesi durumunda US hemen devreye giriyor ve GS'nin çizgisini korumasını sağlıyor.

15 Mayıs 2012 Salı

Bilet aldığınız firmanın iflas etmesi

Uzun süredir Stockholm Fotoğraf Haftası planları yapıyorum. Geçen ay sonunda da biletlerimi almıştım. Dün öğrendim ki Stockholm'den dönüş biletimi aldığım Cimber Havayolları adlı firma ben bileti aldıktan 10 gün sonra iflas etmiş. "İflas sigortası" satın almadıysak da paramız yanıyormuş. Böyle bir sigortayı da ne duydum ne gördüm, ne önerildi ne ben sordum. Maaşların günlük güneşlik havalar ve güzel deniz manzaralarıyla ödendiği Güney Fransa'da çalışıyorum zaten, bi de bu çıktı anasını satayım. İki hafta kalmışken tekrar bilet bakma işine hiç girmiyorum.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Terry Barrett / Fotoğrafı Eleştirmek

Okuduğum herhangi başka bir kitaptan bu kadar şey öğrenmemiş olabilirim. Kitabın çevirisi çok çok iyi, Yeşim Harcanoğlu yapmış ve Terry abi kitabı Türkçe yazmış dedirtecek kadar akıcı. Dolu dolu olması da sırf fotoğraf eleştirisi üzerine olmamasından geliyor, ya da aslında öyle, ama eleştiri için gerekenleri de işin içine katınca işin boyutu fotoğrafın sınırlarını aşmış. Kitapta sözü edilen eserler, sanatçılar, kuramlar, vs. çok Batı eksenli ancak Türkiye'de konuştuklarımız, öğrettiklerimiz ve öğrendiklerimizin tamamı da o aynı Batı'dan geliyor ve zaten kafamızı pek doğuya çevirmiyoruz. Yazar Amerikalı, Sanat Eğitimi konusunda dersler veriyor ve sanat eleştirisi üzerine başka kitapları da var gördüğüm kadarıyla.

Bu kitabı bu kadar önemsememin sebebi ise ondan çok fazla şey öğrenmiş olmamın yanında şu ana kadar bildiğim şeyleri gözden geçirmemi veya yeniden tanımlamamı sağlamış olması. Yazar önce eleştiriyi tanımlıyor, değişik eleştiri türlerini ve amaçlarını açıklıyor, ondan sonra da fotoğraf eleştirisi yapabilmek için fotoğraftaki muhtemel göndermeleri, sembolleri çözmekten; karşılaştırma yapılacaksa ne ile ve nasıl karşılaştırma yapılacağından, karşılaştırma ölçütlerinin belirlenmesinden; fotoğrafı çekenin yaptığı seçimleri ve bu seçimin biçim ve anlamı nasıl etkilediğinden, fotoğrafın içinde sunulduğu bağlamı ve hatta fotoğrafçı ile tanışıyorsak aramızdaki ilişkiden, vb. gibi genişçe bir yelpazeden bahsediyor. Ama bunu yaparken de sözü hiç dağıtmıyor, hiç konudan saptığını ya da editör kişisiyle  tanışmamış bazı yazarların yaptığı gibi sizi iki paragraf arasındaki sürekliliği bulmak için kafa patlatmaya zorlayan bir kitap değil. Son kısım biraz sıkıcı, çünkü (büyük ihtimalle) kolej öğrencilerine "bak ben senin büyüğünüm" tarzında insan ilişkileri bağlamında eleştiriyi anlatıyor, sesini çok yükseltme, karşıt görüşlere hazırlıklı ol falan gibisinden. Ama onun dışında bir kaç defa okunabilecek bir kitap. Özellikle kuramsal konularda, şimdiye kadar okuyup anlamaya çalışmama rağmen hep yarım yamalak anladığım Derrida, Benjamin, Foucault, Modernizm/Postmodernizm, Yapısalcılık/Postyapısalcılık, vb. gibi isimler ve kavramlardan eleştiri bağlamında yararlanıyor ve sadece "Derrida ne demiş?" yerine "Derrida bunun neresinde?" gibi bir soru sorarak başlangıçtan daha öteden başlıyor anlatmaya ve Derrida'nın ne dediğini ilgili soruyu cevaplamakta kullanarak açıklıyor. Bu sayede okuduklarımı "bu sefer" anlayarak okuduğumu söyleyebilirim. Tabii sadece teorik tartışmalardan ibaret değil kitap, adını duyduğumuz ya da en az bir fotoğrafını gördüğümüz neredeyse tüm isimlerden ve fotoğraf anlayışlarından bahsediyor. Bir de yeni (ilk basım 1990, o kadar yeni) bir fotoğraf sınıflandırma yöntemi öneriyor: Betimsel, Yorumsal, Etik Açıdan Değerlendirici gibi sınıfların olduğu ki verdiği örneklerle ve neden böyle olması gerektiğini açıkladığı kısımlar iyi örtüşüyor.

Neredeyse bir yıldır okunmayı bekleyen bu kitabı dün bitirdim, şimdi de altını çizdiğim yerleri ve aldığım notları gözden geçirmeye başladım. Dipnotlarda alıntı yaptığı kitaplar ve makalelerle birlikte tümden bir gözden geçirme yapabilmeyi umuyorum zira buralarda da çok sıkı kaynaklar var gözüme çarpan. Uzun zamandır aklımdaydı okuduğum kitaplar için bunu yapmak. Bir okuma kadar zaman alacak belki ama bu kitap için değer. Okuyunuz, okutunuz efendim.

8 Mayıs 2012 Salı

Damien Hirst vs. Ergen genç

Sanatta esinlenme, etkilenme ve hırsızlık arasındaki çizgilerin inceliği yüzünden kesin sonuçlanamayan ve kesin sonuçlanamadığı için bitmek bilmeyen tartışmalarla zaman zaman karşılaşıyoruz. Yalnız aşağıdaki gibi bir örnekle daha önce karşılaşmamıştım. Damien Hirst adlı şahıs (şahıs diyince iyice yargıya varmış gibi oldu) (bu arada aynı şahıs İngiltere'nin yaşayan en zengin sanatçısı diye anılıyor) hakkındaki iddialar ciddi ve örneklerle ortaya dökülmüş durumda. Örneğin bir zamanlar arkadaş olduklarını ve birlikte sergi açtıklarını öğrendiğim John LeKay, fikirlerinin Hirst tarafından "sanatsal esinlenme ve kişisel özgünlük olmadan, sadece daha ticari hale getirilerek" çalınıp kendisininmiş gibi sunulduğunu iddia ediyor. Tabii bu iki sanatçının eserlerine biçilen fiyatları karşılaştırmamız gereksiz.
"Imitation may be flattery, but not when Hirst is taking both the financial and artistic credit for their ideas, say Lekay and Precious. LeKay has never sold anything above £3,500, while Hirst's set of three crucified sheep was a reported £5.7m. Precious's butterflies sold for £6,000 against Hirst's version for £4.7m."

Bununla ilgili detaylar şu adreste,

The Guardian, Damien Hirst faces eight new claims of plagiarism

Bundan başka bilindik yayınlar tarafından da bu iddialar dile getirilmeye başlanmış,

The Telegraph, Damien Hirst faces new plagiarism claims
BBC, Damien Hirst art works 'inspired by others'
Artinfo, Is Damien Hirst a Serial Plagiarist?

Ve bu haberlere genelde kaynaklık ettiğini gördüğüm sayfa şurada, THE ART DAMIEN HIRST STOLE.

Peki bunun neresi ilginç, ya da daha önce karşılaşmadığım "aşağıdaki gibi bir örnek" ne? Şudur efendim,

Damien Hirst 'threatened to sue teenager over alleged copyright theft'

Buna göre Damien Hirst, "For the love of God" adlı elmaslarla kaplanmış kafatası eserinin -ki bu eser hakkında daha önce arkadaşı olan bir sanatçının şimdilerde Hirst'i kendisinin eserini çalmakla suçladığını hatırlatırım- bir fotoğrafını kendi kolajında kullandı ve bu nedenle telif haklarını ihlal etti diye 16 yaşında bir ergeni dava ediyor ve eseriyle birlikte kazandığı parayı istiyor.

6 Mayıs 2012 Pazar

Sanat piyasasına dair

Bir ya da iki yıl kadar önce Nazif Topçuoğlu kitaplarına bulaşmam sayesinde farkına vardığım -ve en azından gözardı etmemeye başladığım sanat piyasası üzerine güzel sorular soran bir makale buldum. Özellikle sanat eserlerinin yatırım aracı haline dönüşmesi, kriz dönemlerinde ekonomik varlığın değerini korumak için başvurulması (Altın Standardı yerine Damien Hirst Standardı?), koleksiyoncu/sanatçı/eleştirmen ilişkisinde ve genel olarak sanat piyasasında koleksiyoncunun giderek artan etkisi ve sanat eserinin değeri/fiyatı/anlamı gibi başlıklara değiniyor. Mesela şöyle bir tesbiti var yazarın,

There is a need within art to maintain a degree of accountability within its own market to ensure that the value is not only determined by those collecting the physical artworks.

Afiyetle,

Art as an Autonomous Commodity within the Global Market

4 Mayıs 2012 Cuma

Afferim sütoğlan, sevdim seni


Hariboo!
Bu fotoğrafta, Almanya menşeli ve http://macodirect.de/ adresinden ulaşabileceğiniz firmanın sipariş ettiğim orta format filmleri gönderdiği kutunun içini görüyorsunuz efendim. Çok düzenliler, hızlılar, ödemeyi PayPal ile yapabiliyorsunuz ve siparişleriniz Haribo hediyeli olarak geliyor. Tabii ki Alman Haribo'su. Das Original.

1 Mayıs 2012 Salı

Fransa'daki politik yelpazeye dair ilginç bir araştırma

Politik analiz yaparken farklı açılardan bakabilmek ve farklı parametreleri de hesaba katabilmek gerekiyor.

French lefties love 'backdoor sex' - study

Fransız seçmenlerin 4 gün sonraki ikinci tur seçimlerinde bu verileri değerlendirmeye almasını diliyorum.

30 Nisan 2012 Pazartesi

Çok işlevli bebek pozu örtüsü

Hobiler söz konusu olduğunda insanların fazladan zaman ve para harcadıkları önkabulüyle yapılan "ürünleştirme"lere dair örnekler çok. Mesela fotoğrafçıysanız herhangi bir tabure yerine "poz verme taburesi" alabilirsiniz.

Delta 1 Deluxe Pneumatic Posing Stool

Ürün sayfasındaki açıklama kısmında fotoğrafa dair hiçbir şey yazmamasına rağmen bu ürün şu şekilde sınıflandırılmış durumda,

Lighting & Studio >> Studio & Stage Equipment >> Posing Equipment >> Delta 1 40703

Bu gibi örneklere zaman zaman rastlamış olmakla birlikte hala "yuh" dedirtenler çıkabiliyor karşıma. Mesela bu elimde görmüş olduğunuz siyah örtü sadece bir siyah örtü değil. O bir "bebek pozu örtüsü".

Lastolite Baby Posing Coat (Black)

Ve eğer kafanızda bu ürüne dair soru işaretleri varsa bu çok amaçlı örtünün nasıl kullanılacağına dair tam 23 dakikalık bir video da bulunmakta:

Using the Baby Posing Coat

26 Nisan 2012 Perşembe

Otomatik ayarları kullanmayın, görülmeyeni görün...

Uluslararası Fotoğraf Sanatı Fenedarasyonu FIAP, fotoğraf makinelerinde manuel ayarların kullanılmasını teşvik etmek amacıyla etkileşimli bir video hazırlamış ve otomatik ayarları kullanmayı bırakmak "sadece başlarda korkutucudur" mesajı vermiş. Makinenizi alıp hemen teşvik olmaya ve mesajınızı almaya başlayabilirsiniz,

What Is There in the Darkroom?

Alt metin okumaları yapılması durumunda ise; uzun pozlama ile deneysel çalışmalarda bulunulması, tripodun sadece gece çekimleri için olmadığının farkına varılması ve lenslerin f/5.6, vb. gibi bir kaç durak kısık ve en keskin değerlerinde kullanılması gibi gizil mesajlara da gebe olduğunu düşünüyorum bu çalışmanın. Ayrıca adam içerideyken kapıdaki yazının değişmiş olması da cümledeki gizli özne.

11 Nisan 2012 Çarşamba

Gerçek bir toplum mühendisliği öyküsü

Geçenlerde okuduğum bir haberde yazdığına göre "İngiltere'de 1940'lı yıllarda kurulan bir doğum kliniğinden alınan spermlerle hamile kalan iki kadının çocukları seneler sonra babalarının kliniğin sahibi olduğunu keşfetti. Kardeşlere göre babalarının 600 çocuğu olabilir". Milan Kundera'nın kahramanlarından Dr. Skreta vardı Ayrılık Valsi'nde, sahibi olduğu doğum kliniğinde çocuk sahibi olamayan çiftlere "yardım" ediyordu haberde yazana benzer bir yöntemle (başka bir yöntemle değil yani) ve gelecek nesillerin Skreta'lardan oluşmasına uğraşıyordu. Ancak Milan Kundera bu roman karakterini yaratırken Bertold Wiesner adlı İngiliz çok da uzak olmayan bir ülkede ve onyıllar önce işe başlamış bile meğer.

19 Mart 2012 Pazartesi

Seni yener gibi oldum Fransa... - III

Fransa'nın ikinci büyük kenti olan Marsilya'nın ana tren garındaki danışma bürosuna sorduğum "sabah 4'te buradan havaalanına nasıl gidebilirim?" sorusunun "sabah 4'te oraya gitmenin bir yolu yok, bence hemen gidin orada uyuyun" şeklinde cevaplanması, sonrasında 20-25 metre ötedeki havaalanı servisleri bürosunu görüp istediğim saate biletimi almam. Tabii bunun öncesinde küçük bir köyde olmamanın rahatlığıyla sorduğum "İngilizce konuşuyor musunuz?" sorusuna kollarını kavuşturup arkasına yaslanarak "Hayır" demesine hiç girmiyorum.

13 Ocak 2012 Cuma

Seni yenemedim Fransa... - II

ASUS'un teknik destek sayfasından gönderdiğim çok basit bir sorunun sırf Fransa'da yaşıyorum diye ASUS Fransa'ya yönlendirilmesi, ASUS Fransa'dan Théodore (rencide etmemek adına başka isim kullanılmıştır!) adlı bir delikanlının bana verdiği cevapta "ASUS Fransa size yardımcı olmaktan mutluluk duyar. Yalnız, sorunuzu bir de Fransızca sorabilir misiniz?" demesi... E be mösyö.